Thursday, January 14, 2010

Hızlı anlatmam lazım. Uzun uzun yazmaya sabrım yok.

Bu akşam odaya döndüğümde uyudum. Birbirini doğrudan takip etmeyen rüyalar gördüm,sonra uyandım. Ama uyandığım anda farkettim ki, ben rüyalarımda daha iyiydim.

Uyumak istiyorum.

Sunday, January 10, 2010

1

Sessiz bir odada uyandım galiba. Anılar,anılar ve daha fazla anı. Bu kadar anıyı nasıl topladım? Kafam feci dağınık. Bunun normal olabileceğini söylemişlerdi.

Düzgün yazamıyorum bile.

Tamam, en başından alalım. Tanıdık ama yeni, alışkın olduğum ama farklı bir odada uyandım. Bedenim sanki biraz daha ağırdı, kulaklarıma ve yanağıma batan şeyle.. bunlar saçlarımdı galiba. Eskisinden daha uzun saçlarım vardı. Yatağım daha sertti ve sanki yorganım daha eski, daha kalitesizdi. Ve her yer çok dağınıktı. Bu kadar dağınık bir odayı üniversite yıllarımdan beri görmemiştim. İki kolumda da koluma değen birşeyler, yanılmıyorsam biri saat diğeri de bir bileklik, vardı. Daha önce hiç böyle şeyler takmamıştım, çıkartıp öfkeyle attım. Saatin camı duvara çarparken derin bir hüzün hissettim. Ben saat sevmezdim.

Sarhoş değildim. 20 yıldır içmiyorum.

Ağır ağır yataktan kalkarken odaya daha dikkatli bakındım. Ufak bir odaydı, dağınıktı, 2 masa ve 2 yatak vardı. Diğer yatağın sahibi yoktu. odanın 2 tarafı da karman çormandı. Benim yatağımın olduğu taraftaki masanın duruş şekli diğerinden farklıydı. bu bana garip gelmedi. Odada daha önce hiç bulunmamıştım, ama odada sanki bir kaç yıldır kalıyor gibi hissediyordum. Bu da bana garip gelmedi. Saati atarkenki öfkem garipti, ama saat kırılınca hissettiğim hüzün garip değildi.

Garip olan hiç bir şey yoktu. Ama ben buraya ait değildim. Ve ben buraya aittim.

Cebimde birşeyler hışırdadı. Elimi yavaşça cebime soktum, plastik sert bir nesneyi çıkardım. Bir ilaç kutusu. Ya da kabı. Ya da her neyse. Yeşil olanı içilmişti, sarı olanı onu içmemi bekliyordu. Yeşil olanın içildiğini bilmem de garip gelmedi. Kutunun/kabın/ne haltsa onun arkasında büyük harflerle laptop yazıyordu. İlacı yavaşça kabından çıkarttım, nerede olduğunu çok önceden bildiğim su şisesine uzandım ve içtim.

O ana dair hatırladığım tek şey, keskin bir baş ağrısı ve şiddetli burun kanaması. Başka hiç birşey hatırlamıyorum. Ama ne olduğunu biliyorum.

Kendimi yerde, akan kanımın halıya bıraktığı lekenin üstünde yatarken hatırlıyorum. Sonra başım yerinden kopacakmış gibi bir hisle hafifçe doğrulduğumu ve iki büklüm banyoya gittiğimi de. Aynaya baktığımda gördüğüm lanet yüz benim değildi. Ama benimdi. Ağır ağır lavaboya yaklaştım, yüzümün kanla kirlenen kısmını yıkadım. Ve sonra tekrar aynaya baktım. Bu yüz kesinlikle benim değildi. Başım zonklarken birden binlerce hatıra hücum etmeye başladı. Eski günlerimden hatıralar. 50 yıllık bir sürecin hatıraları. Ve lanet yüzüm en fazla 19-20 yaşında gösteriyordu. Bacağıma tekrar birşey battı. İlaç kabı. Laptop.

Ağır adımlarla laptopa yürüdüm. Eski sandalyeye oturup, kapağını kaldırdım. Düğmesine uzanmama gerek yoktu, ekran kendiliğinden ışıklandı. Düz beyaz bir arkaplanın üzerinde siyah harflerle yazılmış "BİR YENİ MESAJ" yazısı yanıp sönmeye başladı. Tıkladım. Farenin yerini içgüdüsel olarak biliyordum ve bu da garip gelmiyordu.

"BEDEN AKTARIMI BAŞARIYLA TAMAMLANDI.



LÜTFEN EKTEKİ DOSYALARI OKUYARAK YENİ BEDENİNİZE TAMAMEN HAKİM OLUN."

Bu yazıyı okurken, gözümden bir damla yaş süzüldü. Bu da garip gelmedi. Ama yaş bana ait değildi. Ve bu, garipti.

Thursday, July 02, 2009

lan acaba

bişeyler yapasım var, e zaman da var niye yapmıyorum di mi?
Buyrun bakalım

Saturday, May 30, 2009

I'm alive

And still kickin'

Monday, May 28, 2007

Dawn of the night

Arafinwë, ölü bedenlere baktı. Hepsi köleydi, hiçbiri hür değildi. Ya o? O hürdü, emredilene uymak zorunda değildi. Güçlüydü belki.. Ama gücünü özgürlüğünden alıyordu o. Taht odasına çıktı kalenin, abisinin bedeni kalbinden saplanmış bir kılıçla tahtında oturuyordu. Lanet herif, bir köyü tamamen kendi isteği için yok etmiş ve suçunu ona yüklemiş olan herif. Sonra onunla "konuşmak" için kalesine çağırmıştı. Taht odasına geldiğinde nasıl da haykırmıştı "öldürün şu melun iblisi!" diye. Ama hiçbiri tahmin edemezdi, o artık hürdü ve hür insanları ancak hürler öldürürdü. Askerleri, onun için bütün bir köyü yok etmiş olan canavarlar ona saldırmıştı. Ama hayır, o güçlüydü ve onları altetmişti. Sonra abisine hızlı bir ölüm sunmuştu.

Ama ya şövalyeler? Onlar sadece emredileni yapmışlardı, masumdular. Bir anlık öfkenin 5 masum hayatı almasına izin veremezdi. Taht odasından aşağıya uçar gibi indi ve askerlerin bedenlerini yan yana dizdi. Kopuk kafaları yerlerine koydu, kılıçları kalplerden çıkardı. gözlerini kapatırken bir takım büyüleri mırıldandı, ve vücudlar birleşti, hayat bedenlerine geri döndü.

Taht odasına çıkarken yeni yeni uyanmaya başlayan askerlere bağırdı," gidin ve kralınıza söyleyin, bunu yapan bir özgür insandı!"

Fakat askerler ayağa kalktıklarında kıpırdamadılar. biri "heaaaarrghh" diye inledi.. KArdeş baktı onlara ve gözlerindeki yaşamın ışığını göremedi.. Hepsi birer zombiydi şimdi..

Köleleri olmuştu Arafinwëin, ve Arafinwë özgürlüğü ararken, efendi olmuştu. Nefret ettiği şeye dönüşmüştü. Ağır ağır taht odasına çıktı, orada ölen askerlerin ve abisinin kanıyla yere çeşitli semboller çizdi, ve abisini öldüren kılıçla, sonsuz özgürlüğe kavuştu...

Sunday, May 27, 2007

Dawn of Night

Kafamda olan, yeni bir gazla yazacağım 2 hikayelik bir seri..

Yaşlı kral, şövalyelerine baktı. Devasa taht odasında sadece o ve 5 kişilik şövalye grubu vardı..

"hepinize güveniyorum, biliyorsunuz.." Şövalyelerden onaylanma mırıltısı çıktı. "Sizden son bir ricam var.. Oğlumu.. öldürün.."

Şövalyeler zırhlarına bakındılar.. Hepsi kimden bahsettiğini anlamıştı, küçük oğlu,
Arafinwë.. 3 kardeşten farklı olanı.. Şeytan kanı taşıdığına dair söylentiler vardı. En son, büyük kardeşini öldürmüştü, duygusuz bir katildi. Bütün bir köyü yok ettiğini söylüyorlardı. Şövalyelerden biri kaskını çıkarıp yüzünden akan terleri sildi..

Şövalyelerden biri öne çıktı "onu nerede bulabileceğimizi biliyormusunuz kralım?" diye sordu. Yaşlı kral sakallarını karıştırdı," en son.. En son meril'in kalesinde olduğu söylendi.. Onu.. onu, onu orada öldürmüş.." kralın gözünden bir damla yaş düştü. Şövalyelern lideri eğilerek kralın huzurundan ayrılmak için izin istedi, ve askerlerini toplayıp dışarı çıktı.

"Karılarınızla,çocuklarınızla vedalaşın. Bu son görev olabilir.."

2 saat sonra hepsi loncalarının bahçesinde, atlarında hazırdı. Atları, bembeyazdı. Atların gözleri göğün mavisi kadar maviydi, ateş kadar sıcaktı. Yaşam doluydular. Ve bu atlar, yeryüzündeki en hızlı atlardandı. Lider bir şahlanma ile atını sürmeye başladı, diğerleri onu takip etti. Ve kaleye ulaştılar.

..

Kapıyı bir tekme ile lider açtı. Bir şövalye okunu çıkarıp gerdi, diğerleri kılıçlarını çektiler. Lider bir el işareti ile onları içeriye yolladı. Oklu şövalye uygun bir siper buldu kendine. Ve uzun, geniş merdivenlerden inmeye başladı küçük kardeş..
"Ve gelin, beni özgür olduğum için öldürmeye. Bana söylenen, bana sorulmadan emredilen şeyleri yapmadığım için öldürmeye gelin. Beni özgür olduğum için öldürmeye gelin. Ama unutmayın, özgür bir adamı köleler değil, özgür başka bir adam öldürebilir. Ve özgür insanlar birbirlerini öldürmezler. Özgür insanlar ölmezler!" diye bağırdı merdivenlerden indiğinde.
Lider başıyla onayladı, ve, oklu şövalye okunu fırlattı, diğerleri bağırarak ona doğru koştular. Kardeş oku yakaladı, ve ilk gelen şövalyenin zırhını delerek kalbine sapladı. Şövalyenin cansız bedeni yere yığıldı. Lider kılıcını Arafinwëy'e doğru savurdu, Arafinwë kılıcı tuttu ve iterek sapını liderin göğsüne vurdu sonra hızlıca çekerek tek bir hamle ile liderin kafasını uçurdu. Kanlar içine yere yığıldı kafasız beden.. Diğer iki şövalye birbirlerine baktılar, kafalarıyla birbirlerini onayladılar ve aynı anda kılıçlarını 2 farklı yönden Arafinwë'ye saplamak üzere koşmaya başladılar. Arafinwë liderin kılıcını yere attı, ve bekledi. son şövalyeler kılıçlarını saplayacak kadar yaklaştıklarında bir adım geriye çekildi ve şövalyeler birbirlerine kılıçlarını sapladı. okçu ise, ok yağdırmaya başladı. Arafinwë şövalyelerden birinin kalkanını aldı ve kendini oklardan koruyarak okçunun yanına gitti. Ve kalkanı okçunun kafasına vurmaya başladı. okçu öldüğünde, suratı tanınmayacak şekildeydi.